Neden?
İnsanoğlu, tarihin başından itibaren her şeyi sorgulayarak yaşamını devam ettirdi: Kendi kimliğini, toplumun ne olduğunu, hatta algılamaya başladığı toplumdaki yerini. Kimileri bu sorgulama sürecini herkesin bildiği 5N1K profilini kullanarak yaptı: Ne, nerede, ne zaman, neden (niçin), nasıl ve kim? Peki, şimdi size bu profilin tamamen bir yalana dayandığını söylesem tepkiniz ne olurdu?
Elle tutulur, gözle görülür veya herhangi bir duyu organı ile anlaşılabilir şeyler için bu profil gayet de yeterlidir. Örneğin, önünüze gelen bir yemek:
1- Ne? Yemek.
2- Nerede? Mutfak veya bir restoran.
3- Ne zaman? Akşam yemeği olduğunu farz edelim.
4- Neden? Açsınız ya da o yemeğin gelmesini gerektiren bir durum var.
5- Nasıl? Nasıl pişmesini severseniz o şekilde.
6- Kim? Aşçı ve siz.
Şimdiden çoğu şey cevaplandı, peki neden? Çünkü somut bir veri üzerinden yola çıktık. Peki, hayat sadece somut veriler üzerine mi kurulu? Hareketlerimiz, kelimelerimiz, bakışlarımız ve düşüncelerimiz somut mudur? Herkes aynı şekilde mi algılar? İşte mesele burada başlayıp burada kalmakta.
Hayatı somutluktan çıkartıp olduğu gibi algılamamız için kullanabileceğimiz bir profil mevcut değil. Hayat denilen bu zorlu ve kısa (gerçekten çok kısa) yolculuk, yalnızca nedenler ve sonuçlardan oluşur. İnsanlar, yaşadıkları olayların nedenini anlamaya çalışırken birçok sonuç arasında boğulur ve yok olur. Peki, ne kadar uğraşırsak uğraşalım o nedenleri anlayabilir miyiz? Neden denilen o şey var ya, ne menem bir şeydir o... Tam bir sonucun nedenine ulaştığınızı düşünürsünüz, ama bir şeyi fark edersiniz: O ulaştığınız neden de bir sonuçmuş meğer. Bu sefer sanki hiç yola çıkmamış gibi bir maceraya daha atılırsınız. O nedenin peşinde gençliğinizi, hayatınızı, her şeyinizi elden çıkartmaya başlarsınız. Artık sıfırı tükettiğinizde ise o istediğiniz cevabı alamamanın getirdiği yorgunlukla kendinizi yalnız bulursunuz.
Şimdi bu sözlerim karışık gelebilir, hatta günümüz tabiriyle "kafa açmak" için yazıldığını da düşünebilirsiniz. Gelin bunu size bir örnek üzerinden anlatayım:
İnsanoğlu denen mahlukatın "sosyal hayvanlar" olduğunu söylemiş zamanında Platon. Dağa çıkıp keşiş de olsanız, yalnız kurt edasına bürünüp kendinizi soyutlasanız da insanlarla bir araya gelmeye mecbursunuz. İşte asıl durum burada başlıyor. Nedenler ve sonuçlar en çok burada karşımıza çıkıyor. Gelin örneğimize bakalım: Bir arkadaşınız var ve o arkadaşınızdan size karşı bir zarar gelmeyeceğine gönülden inanıyorsunuz. Yıllarınızı, ömrünüzü beraber geçiriyorsunuz ve ne olursa olsun onun yanınızda olacağını biliyorsunuz. "Gün gelir sırtımda binlerce hançer, binlerce yara izi olur ama biri bile senden kaynaklanmaz" diyecek kadar güvenirsiniz. O gün gelene kadar... O gün gelir ve hiç beklemediğiniz yerden, hiç beklemediğiniz bir anda öyle bir darbe alırsınız ki o zamana kadar kazasız belasız rotasında ilerleyen geminiz anında batmaya başlar. Ne olduğunu algılayamazsınız bile; bir de bakmışsınız ki su gittikçe yükseliyor ve artık kurtulmak imkânsız. İlk gün olayın etkisiyle hiçbir şey olmamış gibi yaşamaya çalışırsınız, "Bu da neymiş be," der ve devam edersiniz. Ertesi gün uyanınca olayın gerçekliği sizi etkisi altına alır. "Nasıl ya? O gerçekten yaşandı mı şimdi?" dersiniz. İşte o an, bir daha çıkamayacağınız girdabın içine girdiniz demektir. Hoş geldiniz! Umarım yeteri kadar enerjiniz vardır, çünkü seyirciler yerini aldıysa başlıyoruz.
Gelin, her şeyin temeline inmeniz için kullanmanız gerektiği söylenen profili uygulayalım:
1- Ne? Ne, ne?
2- Nerede? Fark eder mi?
3- Ne zaman? Olay tahminen dün yaşandı ama temeli ne zaman atıldı bilemeyiz.
4- Neden? Neden? Neden? NEDEN YA NEDEN?
5- Nasıl? (Burada "nasıl yaptı" değil.) Nasıl yapabilir?
6- Kim? O.
Sorularımızı sorduk, peki elimizde ne var? Deminden şimdiki ana geldik. Soruları sormadan önce ne haldeydikse, belki şu an o halimizden daha derinlerde bile olabiliriz. Peki, gelelim size bahsettiğim o nedenler ve sonuçlar bağlamında inceleyelim:
1- Neden? Çünkü yapabiliyordu ve yaptı.
2- Neden? Ben mi bir şey yaptım?
3- Neden? O yapmamıştır, onu birileri yapmak zorunda bırakmıştır.
4- Neden? Bana bunu NASIL yaptı?
5- Neden? Bizim yaşadıklarımız bunları mı hak ettirdi bana?
6- Neden? Burada benim ne günahım vardı?
7- Neden? Neden? NEDEN YA NEDEN?
Yine bir yere ulaşamadık. Sorularımızın cevabı o insanda vardır. Peki, bize yapmaz dediğimiz insan, o elem verici hareketle canımızı yakmışsa, onun vereceği cevaplar bizi bu "neden" çukurundan çıkarır mı? Peki, biz bu neden çukurunda kaldığımız sürece yaşamaya devam edebilecek miyiz? Umursamadan devam etme kararını alıp yola çıksak da bu sorular silsilesi bizi yalnız bırakacak mıdır? Nedenlerden daha önemli sorularımız yok mudur? Shakespeare "Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu," derken neden sorusunu sormuyor mu sanıyorsunuz? Olmak ise neden? Olmamak ise neden? Belki de anlam aramadan yaşarsak, kendimizi akıntıya bırakır ve yaşamın kendi kendine devam eden bir silsile olmasına izin verirsek, nedenler çok umrumuzda olur mu?
Dünya tarihindeki bütün yazar ve şairlerin eserleri, sonuçlar üzerine yazılmıştır; en güzel tablolar sonuçlardan ötürü yapılmıştır. Onlar nedenlerle kafalarını yormadıkları için mi sonuçlardan şaheserler sundular? Yoksa neden arayışlarında buldukları diğer sonuçlar mı onları besledi? Belki de kendileri, ölüm döşeklerinde bile o ilk nedeni anlamaya çalıştıkları için bu eserler karşımızdalar. Çünkü yazının en başından beri söylemediğim ama herkesin tahmin edebileceği o gerçeklik, bütün nedenlerin arayışını ve sonuçların etkilerini anlatmakta. Ne mi? İnsan fıtratı. Fıtrat öyle karışıktır, öyle anlamsızdır ki onu anlamak için harcanacak olan o efor, bizi bir neden girdabının daha içine sokacaktır.
Şimdi size bir soru da benden: Ben bu yazıyı neden yazdım? Çünkü yazabiliyordum. Aslında bu kadar basit. Anlam aramanın sizi bir yere götürmeyeceğini anladığınızda aklınıza bu gelsin. Cevap her zaman bu kadar basit. Neden? Çünkü olabiliyordu ve oldu. O yapabiliyordu ve yaptı. Sen okuyabiliyordun ve okudun. İmkânsızlık çerçevesinde bulunan her şey, mümkün olduğu saniyede yaşanır. İhanet edebiliyorsa eder. Sen ise soru sorabiliyorsan sorarsın ve aldığın her cevap, yeni soruların peşinde koşturabiliyorsa seni koşturur. O yüzden çok bilge birinden duyduğum bir cümle ile noktalıyorum:
“Çok da şey yapmamak lazım.”