Yapımda Emeği Geçenler
İnsan hayatında bazı kişiler vardır ki, haklarını ne yaparsanız yapın ödeyemezsiniz. Bunların başında aile gelirken, aileden sonra en önemli kişiler öğretmenlerdir. Zira bir insanın başına gelebilecek en güzel şey, küçüklüğünde iyi bir öğretmenle tanışmaktır. Bu haseple bugünkü yazı bir düşünce antrenmanı yerine, hayatımın en önemli iki noktasında yanımda bulunan çok değerli iki insan üzerine olacaktır.
Sizi ilkokul öğretmenim Füsun Darcan ile tanıştırmak istiyorum. Kendisi benim şans eseri karşılaştığım fakat o şans sayesinde beni ben yapan yegâne fikirlerimin temelini atan mimardır. Bir yan sınıfa girmem gerekirken yanlışlıkla onun sınıfına yerleştikten sonra, kendisinin beni fark edip benimsemesi üzerine 2. sınıfa giden bir öğrenciden çok, kendi oğlu gibi sevdiği “pambuk” haline geldim. 5. sınıfa kadar bana öğrettikleri matematik, Türkçe veya sosyal bilgiler derslerinin yanı sıra, gerçekten hayvan sevgisi ve “hayat bilgisi”ni öğreten bu güzel insan benim için çok kıymetlidir. Atatürk sevgisini bu kadar güzel ve kalıcı bir şekilde aşılayan bir insan başka bir yerde yoktur. Onun fikirlerinin bende bu ölçüde yer etmesini sağlayan kişidir Füsun öğretmenim. Bugünlerde hâlâ el yazısı yazarken “z” harfine kuyruk takan ben, bu güzel metodu onun el yazısından çalmış bulunmaktayım. Kendisi öyle güzel bir öğretmendir ki, bendeki dikkat dağınıklığını herkesten önce fark eden ve bunun bana ileride sorun çıkarmaması için elinden gelen her şeyi yapmıştır. Profesyonel destekle bir araya getirmenin yanı sıra, bu durumumun beni olumsuz etkilememesi için her fırsatta dürtmeleriyle benim odaklanmamı kolaylaştırmıştır. O zamanlar sadece “fotokopi çekilmesi lazım” diye düşündüğüm görevlerin, şimdi baktığımda tahtadakinden çok kalemlerime odaklanmaya başladığımda gelen küçük “uyandırma servisleri” olduğunu anlıyorum. Kendi evladından ayırmazdı; küçük ya da büyük her derdimizde her zaman oradaydı. Şimdi diyebilirsiniz ki, “Öğretmenin görevidir, onlar zaten yapılmalı” diye, fakat ne öğretmenler gördüm, kaç tanesiyle bizzat kavgalarım oldu. Füsun öğretmenim sadece öğretmenim değildi; bir arkadaş, ikinci bir anne olarak hep yanımızdaydı. Kışın hasta olduğumuzda, kendi zulasından üçgen poşetli sallama kış çaylarından hazırlar ve içtiğimizden emin olmak için tepemizde beklerdi. Başkalarıyla kavga edersek (ki genellikle dayak yiyen ben olurdum; buradan Asya’ya selam ederim) kavgayı ayırıp sonrasında bir de o kızardı. Neden kavga ettim diye değil ama yanlış anlaşılmasın, benim neden karşılık vermediğimi sorardı. İşte, “Kavga kötüdür öğretmenim” cevabıma ise “Kuzum, kavgayı asla sen başlatma ama başlarsa da senin elin armut toplamasın” karşılığını vererek kendini savunmanın önemini gösterirdi. Tabii her zaman mükemmel değildi. Füsun öğretmen ve annemin kurduğu koalisyon, naneyi yediğimin kanıtı olurdu. O zamanlar bile, “Ama kadın dayanışması yapıyorsunuz, olan bana oluyor!” diye isyanlarım doruktaydı. Bir gün derse geç kaldım diye (o zamanlar öğrenci zili ve öğretmen zili vardı; hâlâ var mı bilmiyorum), bana ve arkadaşıma ceza olarak bir hafta boyunca kendi sınıfından men ederek bizi üst sınıflardan birine yerleştirip sürgün etmişti. O zaman çok kızmıştım. Sebebi sürgün değil, yanlış anlaşılmasın; o hafta sınıf başkanlığı bende olacaktı ve bu görevi yapamamanın yükünü ona kızarak çıkartmıştım. O zamanlar okuduğum Saftirik Greg’in Günlüğü kitabının arkasına da “Füsun Darcan isminin hakkını veriyor çünkü canı dar” şeklinde isyanımı belirtmiştim (Öğretmenim, muhtemelen bunu yeni duyuyorsunuz. Çok özür dilerim; çocuk aklı işte, ne yaparsınız). İlkokuldan mezun olunca başka bir yere taşınmamız gerekti ve ben okulumdan ayrılmaktan veya mahalleden taşınmaktan daha çok, Füsun öğretmenimden ayrıldığım için üzülüyordum. Ama ne kadar vakit geçerse geçsin, o hâlâ Volvo arabasına binen, beni “pamuk” diyerek seven, çok sevdiğim biricik öğretmenim. 24 yaşına geldim ama hâlâ ne zaman bir kış çayı görsem, o soğuk aralık ayında sınıfında öğretmenimin hazırladığı çayı içen minik Bora’ya dönüşüyorum.
İlk kırılma noktası olan ve aile alanından çıkıp yabancı dünyaya ilk adım attığım o anda Füsun öğretmenle karşılaşmış olmak, hayatımda olan güzelliklerin başında gelmekte. Hayat bu ya, sadece bir kere kırılmıyor. Temelli kırılmanın en önemli noktalarından birisi daha vardır ki bu da üniversite sınavlarının olduğu zamana tekabül etmekte.
Sizinle tanıştırmak istediğim ikinci kişi, Mustafa Demirok. Kendisi, ben 11. sınıf sonrası olan yaz tatilinde hayatıma girdi ve iyi ki girdi. Matematiğim zayıfken, kendimden yana çok umudum yokken, sadece bir cümle ile beni çok sağlam bir gelecek için hazırladı: “Toplama, çıkarma, çarpma ve bölme biliyor musun?” E hâliyle cevap “Evet” olunca, “O zaman hallederiz, hadi bismillah deyip de başlayalım” dedi. Sadece yaz tatili boyunca olacağını öngördüğümüz bu hazırlanma süreci, bütün 12. sınıfa yayıldı ve ben kendimi her hafta sonu cuma akşamı Kayseri’ye gitmek için havaalanında buldum. Her gidişim bütün hafta sonumu kapsıyor ve ben her seferinde sabah 7’den akşam 5’e, hatta çoğu zaman gece yarısına kadar kurumda ders çalışıyordum. Mustafa hoca sayesinde, ömrümün törpüsü trigonometri başta olmak üzere 4 senelik matematiği dört kere baştan alarak, tüm denemelerde çok güzel netler elde ettim. Kendisi, başta sadece matematik çalıştırmak için yanımda bulunsa da, çok kısa bir süre içerisinde bir abi haline geldi ve o da beni sadece bir öğrenci olarak görmek yerine bir kardeşi olarak kabul edip benim için güzelliklere sahip olmam için uğraştı. Gel gelelim sınav süreci bitti. Onun emekleri sayesinde ben şu anda ODTÜ ve Binghamton mezunu olarak Amerika’da çayımı içerken bu yazıyı yazıyorum. Kendisi bana hiçbir şey için geç olmadığını, önemli olan yegâne şeyin “bismillah deyip başlamak” olduğunu çünkü sen başına geçtikten sonra sonucun uzak olmadığını somut kanıtlarla gösterdi.
Sevgili misafirler, bu yazının temelini atmama sağlayan bu iki insana çok şey borçluyum. Birisi büyüttü, diğeri adam etti desem yeridir. Her öğretmene söylenen bir söz olmasına rağmen, bu iki güzel insanın hakları ödenmez.
Başöğretmen Mustafa Kemal Atatürk, sevgili öğretmenim Füsun Darcan, sevgili abim Mustafa Demirok, babam Ömer Sinan, dayım Ümit Horasan başta olmak üzere, bütün öğretmenlerin Öğretmenler Günü kutlu olsun!